19 Ocak 2010 Salı

Haksızlık_Hrant Dink

Hiç birimizin ertesi gün evinde uyuyacağı garanti değilken neden kavga edip dururuz bir birimizle? Eşimizle, annemizle, sevgilimizle…Belki de bu gece onları son görüşümüz olabilecekken, neden?
Nedir engel olamadığımız duygunun adı?
Hırs?
Kıskançlık?
Nefret?
Dünyada onca acı, onca haksızlık, onca boş yere ölmüş, öldürülmüş insan varken biz nelerle cebelleşiyoruz? Bir dursak bir düşünsek. Biraz kendi dünyamızın dışına çıksak. Mesela bugün 19 Ocak. Bundan 3 yıl önce İstanbul’un orta yerinde birinin hayat arkadaşı, kendi deyimiyle vücudunun diğer yarısı, birilerinin canı, babası, birilerinin abisi, birilerinin can dostu öldürüldü.
Onu muhtemelen neyi neden yaptığının bile farkında olmayan birilerinin oğlu, birilerinin kardeşi, birilerinin canı öldürdü. Neden? Nedeni üzerine açın bakın bugünkü tüm gazetelerde onlarca tahmin ve iddia var ama ben bu kısmından ziyade nasılındayım. Nasıl olabilir diyorum kendi kendime. Bir insan neleri işiterek görerek büyümüş ola ki şahsen tanımadığı, muhtemel yazılarını bile okumadığı birine böyle bir nefret besleyerek yolun ortasında o kişinin canını almayı kendine hak görebilsin. Birilerinin canını, sevdiğini, babasını hayatından etmeye cesaret edebilsin. Nasıl bir şeydir bu? Nasıl bir algıdır?
Peki ya diğer taraftan insan bu haksızlığı nasıl hazmeder? Onun eşi, oğlu, kızı, dostu olarak istemez mi aynısını yaşatmayı. Aynı acıyı hissettirmeyi. İntikam dedikleri o kuvvetli duyguyu hissetmez mi insan? Nasıl dizginler kendini? Nasıl durur durduğu yerde? 3 yıl geçmesine rağmen hala devam eden bir mahkemenin varlığını nasıl sindirir insan? Çok zordur eminim.
Bu acı insanı katil eder. O adamların sırıtan yüzünü görmek insanı kanser eder. Hiç tanımam kendilerini ama bana bu ailenin saygıyla dim dik durmaya çalışan halleri bile çok asil geliyor. Helal olsun demek istiyorum en kaba tabiriyle.
Benim buradaki derdim Ermenilik, Kürtlük ya da Türklükle ilgili değil. Benim buradaki derdim insanla, insanlıkla ilgili. Zaten temelinde Hrant Dink’in de –okuduğum kadarıyla- söylemek istedikleri genelde insan olmakla ilgiliymiş. İnsan olabilmekle. Politikaları askıya alabilmek, kardeş olduğumuzun farkına varabilmekle ilgili. İstesek de istemesek de ayrılamayacağımızı anlamakla ilgili. Zenginleşmemizin tek yolunun affetmekle ve yola deva edebilmekle ilgili olduğunun farkına varabilmekle ilgili.
Daha fazla affedilemeyecek hareket yapmamakla ilgili. Ama ben bir şey yapmıyorum ki ben kendi halimde yaşıyorum dememekle ilgili. Birileri gelip yolun ortasında birilerinin canını almayı kendine hak görebiliyorsa bunun sorgulanacak bir tarafı kalmamış demektir. Her ne olursanız olun ister milliyetçi, ister soykırım yanlısı, ister komünist, ister feminist, ister hümanist, bu ülkede yaşıyorsanız bu ülkede yaşayacaksanız farkına varmalısınız artık bir şeylerin. Artık bu ülkede bir şeylerin değiştirilmek zorunda olduğunun farkına varmalısınız. Durup düşünmeli ve destek olmalısınız. Olmalıyız.
Çünkü böyle giderse bir gün ne olursanız olun, kim olursanız olun sizin de babanız o kaldırımda üzerinde gazetelerle uzanıyor olabilir. Bence korkun bence korkun ve farkına varın. Yaşama özgürlüğümüzün olmadığının farkına varın. Birinin sırf düşünceleri, fikirleri birilerinin hoşuna gitmiyor diye keyfice öldürülebildiği bir ülkede ne kadar tehlikede olabileceğinizi bir düşünün. Çocuklarınızı, sevdiklerinizi, geleceği bir düşünün. Düşündüyseniz de durun ve bir daha düşünün.
Kabul edin, affedin. Yeniden başlamaya cesaret edin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder