22 Aralık 2009 Salı

Üşümek ve Üşümeyenler

Kış. Soğuk hava, yağmur, don. Donmak ve ben. Aynen öyle.
Kış gelince ben hep üşürüm. Aslında ben yazın bile üşüyebilenlerdenim. Düşünün artık
Yani evet belki biraz fazla üşüyor olabilirim ama burada yazmak istediklerim hiç üşümeyen insan topluluğu. Bu konuya değinmek istiyordum, ofiste de konu açılınca tamam dedim tek değilim. Benim kadar üşümeyen yöneticim bile üşümeyen insanlardan konu açınca tamam dedim bunu yazayım ben.
Kendimi bildim bileli üşürüm ben. Kimisi kansızlıktan der, gider test yaptırırım bir şey çıkmaz. Kimisi az yemekten der, denerim çok yediğimde de üşürüm. Kimisi psikolojik der onu hele hiç anlamam. Kısacası soğuk havalar benim için kabus. Hele hem soğuk hem yağmur varsa oooo çıkarmayın beni sokağa mümkünse.
Buna rağmen koskoca 5 yılımı soğuk havasıyla meşhur, buz gibi Eskişehir’de geçirdim ben. Nasıl mı? Şöyle; bir kere lahana gibi giyinirdim. Atlet, tşört, ince swit, hırka gibi. Sonra dışarı çıkarken kalın kabanım, onun içinden tüm boynumu ve yüzüm kapatan atkım, berem ve tabiî ki ultra kalın eldivenlerim. Dışarıda beni görenler yüzümden değil –çükü yüzüm görünmezdi- kıyafetlerimden tanırdı.
Bu durum hiç değişmedi. Yani şunu demek istiyorum ben lisedeyken de böyleydim. Yani hani o dönemler en çok beğenilmek istenilen dönemlerdir ya işte benim için o zaman bile üşümemek hep daha önemli oldu. Nasıl göründüğüm değil nasıl üşümediğim önemliydi.
İşte doğal olarak etrafımdaki üşümeyen insanlar benim için bir muammaydı hep. Onları algılamam o kadar zordu ki yani hala çok zor. Nasıl oluyor da benim soğukta kalan tek yerim olan gözlerim bile için için üşürken o insanlar incecik bir montla, hatta göbeği açık kıyafetlerle bile gezebiliyorlar? Hem de atletsiz İşte sayın okurlar benim gibi üşüyen bir insanın bunu anlaması inanın çok zor.
Geçen gün öyle çok da üşümeyen bir arkadaş durumu şu cümleyle özetledi: “Allah Allah senin kadar üşümüyor olmak suç mu ya?” dedi ve evet benim jeton birazcık düşer gibi oldu. Doğru onlar öyle demek ki ama neden ben değilim. Bu duygunun adı aslında tam olarak kıskançlık sanırım.
Neden onlar üşümüyor da ben deli gibi üşüyorum?

Bazıları hikayeleri çok sever

Bazıları hikayeleri çok sever. Öyle sever ki kendinin de bir hikayesi olsun ister. Öyle ister ki bu hayatının yegane amacı oluverir. Bir hikaye edinebilmek için çabalar, çırpınır durur.
Kimisi bir peri masalı ister. Ben seveyim, o aşkımdan ölsün, dağlara vursun kendini Ferhat misali. O kadar sevileyim ki gözlerim görmez olsun. Olsun olmasına da o görmezlik gerçek hayata da yansıyıverir. O istenen hikayeler hiç de istendiği gibi olmaz.
Çocuklarıma anlatayım diye yaşanmaz çünkü hayat. Sen yaşarsın olay kendiliğinden örülüverir. Sen yaşarsın acılar hop seni ele geçirir. Sen yaşarsın bir bakmışsın ummadığın bir aşk seni buluvermiş.
Kimisi kahramanları öyle sever ki onlar gibi olabilmek için, onlar gibi görünebilmek için çabalar durur. Ama olmaz…olmaz işte. Siz özendiğiniz gibi olmazsınız, olamazsınız. Yapay durur olmaz. Sadece siz olursanız, içinizden geldiği gibi olursanız belki o zaman bir kahramana benzetilirsiniz. Ama bunu da yine siz değil başkaları söyler ya da öyle olmalıdır.
Ah bir farkına varabilseniz, ah bir anlayıp da sadece yaşasanız, ne güzel olacak…

16 Aralık 2009 Çarşamba

Artık Hiçbir Şey Öğrencilikteki Gibi Olamayacak

Dün servisle eve dönüyorum. Camdan bakınıyorum tabi bir yandan. Bir baktım camın arkasında iki arkadaş telaşsızca yürüyorlar. Kılık kıyafetlerinden belli muhtemelen üniversiteliler. Aman tanrım o anda beynimde daha önce de defalarca olduğu gibi bir şimşek çakıverdi, bir daha hayatım hiçbir zaman üniversitede ki gibi olmayacak, olamayacak. Offf..işte bu çok fena içime oturdu. Bunun nasıl bir his olduğunu mezun olalı birkaç yıl olmuş olan herkes çok iyi bilir.
İş hayatını dedikleri şeyi hiç sevmezsiniz. Yıllarca beklediğim, özgürlüğü sağlayan –maddi özgürlük- hayat bu muymuş dersin? Yani hani her şey çok güzel olacaktı? Hani ya? Hayat neden bu kadar zormuş ki? Eskişehir güzeldi. Para azdı ama onu sen kazanmadığın için her şey daha kolaydı. Saatlerin tamamen sana aitti. Özgürlük ne güzel bir şeymiş ya.
Gündüz vakti arkadaşlarınla dışarılarda olmak ne güzel bir şeymiş. Nasıl kıymet bilmek gerekirmiş. Nasıl da farkında değilmişiz ya.
Mesela Eskişehir’den gelirdim tatillerde ya da aslında var olmayan, keyfice kendi yarattığım tatillerde. Buradaki arkadaşlarla buluşurdum. Esen’le, Hiko’larla görüşür. Bir şeyler içer hayattan bahsederdik. Sonra eğer Elif’le aynı dönemde İstanbul’daysak Kadıköy’de buluşur, bir bira içebileceğimiz bir yere gider. Kılı kırk yararak o yaşımıza rağmen büyük tecrübelerimizi anlatırdık birbirimize. Aman tanrım, ama ya ne büyük keyifti o anlar. Ne güzel günlerdi gerçekten. Moda’ya giderdik bol bol. Nefes alırdık. Şimdi o bile bir iş sanki. Ne tuhaf hiçbir şey aslında eski tadında olamıyor.
Mesela en basiti gündüz dışarıda olma isteği ne kadar tabii değil mi? Evet öyle ama olamıyorsun işte. Sadece insanların vıcık vıcık olduğu hafta sonların var ki bir çok insanın hafta sonu tatili bile yok.
Yani gerçekten okuldan sonraki deneyimin bu kadar tatsız olduğunu önceden bilebilse insan sanırım o okulda daha fazla kalabilmek için sonuna kadar uğraşır. İnsan ömrünün ya da en azından benim ömrümün en güzel yıllarıydı okul yılları. Üniversite ve hatta lise de dahil bu yıllara.
Tabiî ki ömrün her dönemi farklı heyecanlara gebe. Ama okul sonrası dönemde heyecandan çok sorumluluk içeren bir sürece girilmesi yorucu. Gerçi ben sorumluluktan kaçan bir insan olmadım hiç ama yine de zor behh…
Şimdi evliyim. Belki 3-5 yıl sonra bir de çocuğum olacak. Nasıl ya? Yani gerçekten ne ara büyüdük? Ne ara Elif’le yalnız başımıza Kadıköy’e gitmez olduk. Ya da neden ben artık birilerine gidip, annelerinin yaptığı kekleri yiyip o akşamda orada uyumuyorum? 

7 Aralık 2009 Pazartesi

Kabusum Sayılar

Sayılar neden bu kadar zor? Yani her anlamda diyorum, neden benim için bu kadar zorlar? Kelimeleri ne kadar seviyorsam sayılardan o kadar kaçıyorum. Ne kadar denersem deneyeyim olmuyor olmuyor…bir çok şeye kafam basıyorken devreye sayılar girdiğinde tam olarak bir aptal oluyorum. Oradan estağfurullah falan dediğinizi duyar gibiyim ancak durum bu ne yazık ki.
Mesela ortaokuldaydım sınavlar var o zaman Anadolu liseleri için annem de bana özel ders aldırıyo falan tabi matematikten. Uğraşınca yapıyorum ama pratik sıfır. Yani kafadan bişeyleri hesaplamak, bu en basit işlem bile olsa benim için mümkün değil…ve inanın ki ben bu duruma çok ama çok üzülüyorum. Bir ara cidden ders mi alsam diye bile düşündüm. Bana birileri bu pratik matematiksel şeyleri öğretebilir mi diye…
Ben alışverişlerdeki indirimleri bile hesaplayamıyorum %’deler benim için bir kabus. Çarpmak, bölmek, oran hesaplamak Tam bir kabus kısacası.
İlkokula başlamadan annemin işyerine giderdim. Oradaki doktorlara falan resimler çizerdim, Vildan Teyze vardı (doktor) anneme dermiş ki; “bu kız çok zeki okula bir başlasın zehir gibi olacak” dermiş. Annemse sonraki okul hayatımı şu cümleyle özetler; “bu kız okula başladı o zehir zeka birden duruverdi.” Ama insan çocuğunun tahsil hayatını böyle özetler mi yahu, çok acımasız değil mi ama kadın sayılarla olan anlaşmazlığımı gördükçe bunu söylemekte sonuna kadar haklı. Çenem kadar sayısal zekam olsaymış bir çok şey daha kolay olurmuş sanırım benim için.
Sayları sevmek istiyorum, bir yardım eli yok mu?