24 Mart 2010 Çarşamba

Okumayı Sevmeyi Öğrenmek

Ben kitap okumayı ve kitap okumayı sevmeyi yeni yeni öğrenen birisiyim. Ne yazık değil mi? Bence de. Şimdi de sonsuz bir keyif ve mümkün olduğunca hızlıca kitap okuyorum. Bir kitabı okurken aklım hep bir diğerinde. Kaçırdıklarımı düşünmekten odaklanamıyorum bile bazen. Tabi bu konuda hakkını yiyemeyeceğim bir yöneticim var, kendisi benden kitap danışmanlığı için ücret istese yeridir yani. Daha önce hiç onun kadar kitap okumuş ve bu işi boş boş değil de hakkını vererek yapmış biriyle tanışmamıştım sanırım. Yazarları yorumlayabilen, çeviriden yayınevine kadar her konuda bir fikri olan bir kitap kurdu kendisi. Benim anladığım şudur; etrafınızda muhakkak böyle biri olmalı. Sizi yönlendiren birinin olması yolu bulmanızı kolaylaştırıyor kesinlikle.
Gelelim benim hissettiklerime. Evet önceden de kitap okur ve çok keyif alırdım bu konuda hiçbir şey değişmedi ama o zamanlar şöyle olurdu; çok güzel bir kitap okur sonra bir boşluğa düşerdim çünkü sıraya neyi koyacağımı bilemezdim. Ve öylece aylar geçerdi. Kitap okunmamış aylar. Şimdiyse daha tuhaf bir takipçi oldum. Daha çok araştırıyorum. Merak ediyorum hatta istiyorum ki bir yöntem olsun ve kitapları direk beynimize aktarabilelim ama sonra düşünüyorum onları okurken sakin sakin ağzımızda bıraktığı o tat bir çok şeyle değişilmez o yüzden vazgeçiveriyorum o fikirden.
Sonra tuhaf bir şekilde herkesle okudukları şeylerle ilgili sohbet etmek istiyorum. Ya da ben onlara anlatmak bak bunu muhakkak oku ve sonra ne düşündüğünü bir konuşalım demek istiyorum. Ve eğer birileri bir şeyler okumuyorsa onlara hemen başla hemen başla demek istiyorum. Yoo hayır ukalalık gibi değil, kaçırmaması için. Benim gibi sonradan çok pişman olmamamsı için.
Ben pişmanım, bu güne kadar çok az okuduğum ve bu alışkanlığımı geliştirmediğim için çok pişmanım. Artık darısı bizim çocuklarımızın başına. Okumayı sevmelerini diliyorum.

23 Mart 2010 Salı

Ateşböcekleri

Siz hiç ateş böceği gördünüz mü? Görmediniz mi? :) ben çok gördüm hatta şimdi canilik olduğunu düşünsem de çocukluğumda onları şişelere doldururdum hep. Tabi suç ortaklarımla birlikte.
Çok sıradan bir şey gibi sözü geçen ama bence mucizevi olan pek çok şey var sanırım hayatta ya da bana öyle geliyor bazı şeyler. Ateşböcekleri mesela. Tam olarak öyleler yani tam olarak mucizeviler bence:) dalga geçmiyorum bir daha düşünsenize. Uçuşan minik bir böcek. Kara sıradan bir böcek geceleri bir anda ışık saçan bir varlığa dönüşüyor. Yanıp sönen, seni adeta peşinden sürükleyen. Yakala beni, yakalasana diye sana göz kırpan bir mucize.
Çocukluğumda çırçırın başındaki şu kocaman çınar ağacının oralarda peşinden koştuğumuz ateş böcekleri geliyor aklıma. Yaz akşamlarının vazgeçilmez oyunu. Anneler banklarda sohbet ederken biz de böceklerin peşinde helak olurduk. Belki de bizi uyaran birileri vardır bilmiyorum hatırlamıyorum da ama düşünüyorum şimdi ben görsem böcekleri yakalamaya, bir şişenin içine tıkmaya çalışan çocukları uyarmadan edemem sanırım.
Ne güzeldir ya ateş böcekleri keşke tekrar görsem. Neredeler şimdi? Siz görebiliyor musunuz? :(

17 Mart 2010 Çarşamba

Kariyer, mariyer hepsi yalan...

Kariyer, iş hayatı, yükselmek, yerinde saymak, kurumsal hayat ya da kendi işini yapmak. Aman tanrım ya. Nereye kadar? Ne için? Para için. Hayatta kalmak için beklide. Ama para için sonuçta. Daha çok para kazanmak ve o paraları daha da rahatça harcamak için çok para istiyoruz. İşin özü bu gibi. Ama sorsanız derdimiz mutlu olmak aslında çok para kazanmak o kadar da önemli değil. Yok ya sanırım yok öyle bir şey. Sonuçta para yoksa gezmek yok, yeni kıyafetler, ayakkabılar, yeni şehirler, ülkeler yok. Yok işte. Ve yoksa da mutluluk yok sanırım. En azından anladığımız tanıdığımız başka bir mutluluk yok.
Çok sıkıldım gerçekten çok sıkıldım. Evet iyi kazanıyorum ve evet belki bir çok insana göre çok az çalışıp kazanıyorum ve bunu sevmemek nankörlük. Evet belki de öyle ama benim bir şeyler yapmam lazım yoksa çatlayacağım. Ama anlamlı bir şeyler yapmak istiyorum bir işe yarayan şeyler olsun istiyorum.
Sanırım iş değiştirmem şart ama ortada bir iş de yok. Ne yapacağımı bilmiyorum? O kadar çıkmazda hissediyorum ki? Bu yolun beni nereye götüreceğini hiç bilmiyorum. Hani şöyle olsa, sevdiğin ve çok yoğun çalıştığın bir işin olsa, iş hayatında sinirlerini bozan şeyler olacaktır elbet ama en azından bir konuda bir şeyler söylemeye hakkın olur. Dersin ki ben bu kadar çalıştım bu kadar emek verdim. Ben bunu istiyorum diyebilir insan. Ama yok işte ben sanki lütfedilmişçesine buradayım. Daha ne istiyorsun diyor baktığım yüzler. Şunu biliyorum ama ben; istediğim bu değil. Bir şey yapmamak, bunun farkında olmak, insanların bunun farkında olması beni mutlu eden şeyler değil. Bu bir dönemdir belki diye düşünmek istiyorum belki diyorum değişir bir şeyler. Belki diyorum önemli atfedilen işler yaparım ben de bir gün ve tamamlarım kendimi en azında o anlamda. Aslında ne komik ben sadece aynı paraya daha çok çalışmak istiyorum :) daha çok öğrenmek. İnsanlar dışarılarda bir şeyler yapıyorlar, deli gibi çalışıyorlar, yoruluyorlar, paralarını hak ediyorlar ve çoğu daha fazlasını hak ediyor. Ne tuhaf.

15 Mart 2010 Pazartesi

Kadın Olmak

Geçenlerde bir arkadaşla laflıyorduk, bu güzel sohbet esnasında kendisi kadın olmak başka bir şey ya dedi. Kadın olabilmek. Doğuştan gelen, içten gelen bir şey bu dedi. Onun kadın olmaktan kastı; dişi olmak esasında:) ve bu noktada doğru söylüyor aslında. O tuhaf bir şey. Topuklular üzerinde adeta dans edercesine süzülenler, o koca çantaları kollarını askı gibi kullanarak önde tutanlar, göğüslerini bir nimetmişçesine öne çıkaranlar vs. vs. ya gözümüz yok diyeceğim kısmen yalan olacak:P yani gözümüz var aslında ya da gözümüz kayıyor aslında. Alenen dalga geçerken içten içe de “abi aslında çok kibar görünüyor bir de bana bak” diyoruz sanki biz de diğer sınıf kızlar olarak.
Ama ben kadın olmak kısmına başka bir açıdan daha yaklaşacağım sanırım. Öyle bir şey ki bu kadın olmak; zor bir şey özetle. Mesela güzel olacaksınız ama bu o kadar kolay değil. Var sayılım ki doğuştan gelen bir güzelliğiniz var. Yetmez. Bakımlı olacaksınız. Sevmek ya da sevmemekle ilgili değil bu. Bakımlılığın çok ciddi kriterleri var mesela. Manikür, pedikür, makyaj, cilt bakımı, saç bakımı, boya, kılık, kıyafet, kaş, bıyık, bacaklar var da var. Bunları yapmazsanız belli camialara kabulünüz pek mümkün değil. Mesela kadınlar birbirlerinin ellerine bakarlar özenle. Makyaj malzemeleri hakkında konuşurlar. Bilmeniz gerekir onları da. Off bir de parfümler var. O da ciddi bir kültür meselesi kadın camiasında. Sonra kıyafet markaları var bilmeniz gereken. Kısacası bu topluluk öyle kolay kolay kendinizi kabul ettirebileceğiniz bir topluluk değil. Belli kuralları var. Neyse diyelim ki bu kurallara ayak uydurabilen türde bir kadınsınız yine de işiniz bitmez. Mesela şöyle söylemler oluşur. Güzel ama bakımsız olabilirsiniz ya da bakımlı ama pek de güzel değil aslında, o kadar makyajı bana yap bak ne oluyorum (bu genelde ev kadını söylemi). Sonra işiniz ve zekanız sorgulanır, sonra genel kültürünüz. Okuduğunuz okul. Bunlarda da yeterli olmanız önemlidir. Mesela hem güzel hem de başarılıysa bir kadın bu sefer de çok düşmanı olur. Hem de kendi hemcinslerinden yana. Neyse diyelim güzelsiniz dediğim gibi bu defa zekanızdır mevzu bahis olan. “Çok güzel ama çok aptal.” Woowww ne büyük olay. Diyelim ki çok zeki ve başarılı bir kadın var ve o kadar da güzel deil ya da toplumun kabul ettiği güzellik anlayışının biraz dışında güzel. İşte o zaman da o kadının “çirkin” olduğu için başarılı olduğu sonucuna varılır.
Bir başarı kriteri daha vardır. O da edindiğiniz koca. Diyelim ki güzelsiniz kocanız da başarılı, tamamdır. Bu sizi başarılı yapar. Ama burada bir noktaya dikkat çekmek gerekir o da o evlendiğiniz erkeğin başka hiçbir kriterinin bir önemi yoktur. Yakışıklı mı? Değil mi? Zeki mi? Dürüst mü? Paralı ve başarılıysa sorun yok. Ama o paranın ya da başarının hangi yollardan edinildiği bile çok önemli değildir genelde. Mesela o erkeğin bakımlı olması da gerekmez. Makyaj derdi zaten yok. Çantasının bile olması gerekmez. Yanında taşıması muhakkak olan şeyler yoktur çünkü, parfüm, ayna, göz kalemi vs. manikür, pedikür, kaş, ağda problemi de yok. Özel gün ağrıları yok. Ayda 2 gün yatakta kıvranmaz mesela o erkek. İşyerinde de işini iyi yapsın yeter. Ekstra tutunma politikalarına ihtiyacı yoktur ne de olsa.
Erkek olmak diye ayrı bir derdi hiç yoktur mesela. Dişi olmak gibi yani? Seksi olmak. Hem bakımlı, hem zeki, hem güzel, hem hem hem….
Bizim kadınlar olarak yapmamız gereken o kadar çok şey var ki. Kendimizle ilgili şeyleri bir yana bıraksak bile ev var bir kere, işin yanı sıra bir evi de çekip çevirmeniz beklenir sizden, kadınsınız ya. Çocuk yaparsınız onun sorumlulukları yüklenir omuzlarınıza. Bu kısımları henüz pek tecrübe etmedim o yüzden çok girmeyeceğim ama etraftan gördüğüm kadarıyla çalışan kadınlar ev dışı çalışmalarına rağmen evdeki tüm sorumlulukları da çok büyük oranda tek başlarına yüklenmiş durumdalar.
Bunları yapmalı aynı zamanda sekse, kendilerine, sanata, kültüre de zaman ayırmalılar. Dolu dolu kadın olmalılar. Kadın dediğin böyle olur çünkü. Kadı dediğin süper olmalı.
Boş verin ey kadın milleti, siz süper kahramanken onlar hala erkek süper kahraman yaratsınlar boş verin. Boş verin sizden mükemmelin üzerinde bir şey olmanız bekleniyor boş verin. Siz canınız nasıl isterse öyle devam edin yola. Tırnaklarınızı inatla tırnak makasıyla kesin mesela, hiçbir parfüm markasının adını bilmeyin, hacı şakir sabun kokun. Almayın onların sevdiği kıyafetleri. Boyamayın saçınızı. Neyse işte ya da yapın hepsini kısacası keyfinize sorun onlara değil.
Zordur kadın olmak –her anlamda- kıymetini bilin :)