25 Kasım 2009 Çarşamba

Güzel bayır, çirkin bayır, bizim bayır…


Ben ilkokulu bitirene kadar Eyüp’te yüksek bir tepede geçirdik hayatımızı. Eve gitmek için çıkılan bayır öyle böyle değildi. E tabi bir de çocuğum, öyle düşünün. Her gün okul çıkışı annemle eve dönüyoruz tabi kütük gibi olan sırt çantamı annem taşıyor. O bayırı minik minik adımlar ve annemin hadi kızım hadi söylemleri eşliğinde çıkardım her akşam.

Sonra tabi bir de gezmeye gitme fasılları vardı. Diyelim ki birine gittik. Dönüşte de saat geç oldu ve o kişinin arabası var Allahım nasıl mutlu olurdum “sizi eve bırakalım” teklifi gelince. Çok uykum olsa da o bayırı arabayla çıkıyor olmanın keyfi bir başka olurdu. Babama ısrarla araba alalım derdim. Babam da araba alacak paramız olmadığını söylerdi. Bizim bayırın yarısına geldiğinizde Rüstem vardır. Herkes onu öyle çağırır küçücük çocuktuk ama biz de Rüstem amca falan demezdik, “Rüstem” derdik. Atları vardı ve tabi at arabası. Ben de hep babama bu sebeple at abrası da mı alamayız baba derdim. Güler geçermiş tabi bizimkiler ama bilmezler tabi nasıl özenirdim Rüstem gerine gerine o -“güzel”-, ultra bakımsız at arabasıyla yanımızdan geçerken.

Ekmek almak tabiî ki en olmaz işti o bayırda. Annem yalvar yakar göndermeye çalışsa da genelde sonuca ulaşamazdı pek, pis inatçıydım. Sonuç olarak zavallı annem giderdi bakkala. Şimdi çok pişmanım. Keşke hep ben gitseymişim de o omuzlarda görünür hale gelen yükler biraz azalsaymış.

Bizim bayırın çok keyifli olan birkaç özelliği de vardı. Mesela bizim arkadaşlarla -ki bunlardan biri bizim puck- yukardan aşağı deli gibi koşardık bazen. Çok ciddi adrenalindi aslında. Bir de o bayırda don oynardık, hani şu yakalamaç gibi olan ama biri seni yakalayacağı sırada kolları bağlayıp donulan oyun. Sonra bir başka arkadaşın gelip sana dokunup ateş der de çözülür kaçmaya başlarsın. Offf ne zevklidir o oyun da. Neyse bu oyunu tabi yine bizim bayırda oynuyoruz. Aşağı doğru ebe olmayacağım hışmıyla koşarken ayağın takılıp bir yere düşersin, ki ondan sonra o dizler yana durur. Ve tabi o yaralar yaz boyu geçtikçe tazelenerek yerinde kalmaya devam eder. Kabuk kabuk diz yarasıyla oynanmamış çocukluğa çocukluk demem ben.
Bir de erkekler futbol oynardı mesela. E biz de bir şekilde bulaşırdık o oyuna da. Onda da topun aşağı kaçma durumu vardı tabi. Top hızla bayırdan aşağı yuvarlanırken, siz de ondan daha hızlı olma umuduyla peşinden koşarsınız. O arada top mu koşar siz mi yuvarlanırsınız, kim koşan kim yuvarlanandır belli olmaz.
Bazen çok favori koşanlar vardır mesela hep onlar gönderilir topun peşi sıra ve o çocuklar nasılsa yakalar topu genelde. Önüne geçiverir bir anda ve durdurur topu. Kahraman edasıyla yukarı çıkar ağır ağır ve oyun hızla devam eder. He tabi aşağıdan biri geliyorsa topa vurur, yukarı yollar, o tabi tadından yenmez bir durumdur artık. Alkışlanır bazen o şahsiyet.

En keyifli şeylerden biri de kardır tabiî ki. Ben çocukken güzel kar yağardı. O bayır bembeyaz karlar altında kalır ve tabi okullar tatil olur. Biz bütün mahalle dışarı çıkarız off anneler, babalar, çocuklar kayan kayana. Dim dik bir bayır düşünsenize kıvrımları da var tabiî ki. Süzüle süzüle inersin aşağı kadar. E tabi bir de çıkışı olur o inişin ama olsun güzeldir yine de. Poşetler mi dersiniz kaymak için, uzun merdivenler mi… süperdi. E tabi ben çocuğum bana süper ama o zamanlar bilmezdim annemlerin sabah işe giderken kaymamak için bin bir yol denediklerini.

Bayırda hatırladığım maceralar bunlar ama görüntüsünü es geçmiş olurum burada kesecek olursam yazıyı. Arnavut kaldırımı denilen taştandı mesela bayırımız, güzel görünürdü yani görünürmüş ben sonradan farkına vardım. Sonra güzel bir kadının vücudu gibiydi kıvrımları. Dikti, asiydi ama yumuşaktı dönemeçleri. Sonunda varılan mahalle de küçük ve şirindi. Kocaman bir çınar ağacını barındırırdı içinde ama gizliceydi biraz yeri. Aralara girmeniz çeşmenin -ki biz ona çır çır derdik- oraya gitmeniz gerekirdi. Düşünsenize dip dibe sürekli akan bir çeşme ve kocamaann bir çınar ağacı. Güzeldi, güzelmiş…
Yıllar sonra Seyit amca ki kendisi bizim mahallenin en eskilerindendi, yürümesi kolay olsun diye o arnavut kaldırımı taşlarını söktürüp asfalt yaptırmıştı bayırı. Aslında zevkli adamdı da, ama belki o da pişman olmuştur sonradan. Çirkinleşti bayır. Siyah bir yılan gibi oluverdi. Estetikten uzak. Sonra birkaç yıl önce mahalleye uğradığım da gördüm sefalet içinde oralar. Çeşme kurumuş nerdeyse ve çınar ağacının görkemi kalmamış. Uyum sağlamış etrafına. Ayşegüllerin eski evleri rezil, sefil üzülmüştüm çok üzülmüştüm. Çocukluğumdaki hiçbir şey eskisi gibi kalmamıştı onu gördüm ama bilmem şimdi de çocukların dizleri yara olur mu o bayırda? Ya da bir kahraman kurtarır mı aşağı kaçan topları?

2 yorum:

  1. İstanbul'da eskiden yaygın olarak kullanılan dere isimlerinden biri de çır çır'mış. İstanbul Hatıralar Kolonyası'nda bahsediyordu. Belki sizin çır çır'ınız da oradan geliyodur.

    YanıtlaSil
  2. :( çok güzel bir yazı ben bunu nasıl görmemişim ki.
    sonu da bir hüzünlü.
    ben artık gidemiyorum oralara, hiç gitmiyor ayaklarım yüreğim kaldırmıyor :(

    YanıtlaSil