Dolmak...dolmak dolmak taşmak. Hep olan, belki de olması
gereken. Taşmak için dolmak gerekir, fizik kurallarına binayen taşar bardak
doldukça ve de havuz problemlerinin içindeki havuzlardan hallice dolup dolup
boşalan akıllar, fikirler, yürekler.
Tıpkı uzun süredir bana olan gibi. Değişimi, dönüşümü
hissetmek önemlidir. Önce kendinde hissedersin sonra yayılır etrafa sakince.
Etkileri ve tepkileri seni sen yapar daha da derinleştirir durumu hali, sadece
olma halini bile.
Nasıl ki yerkürede kapladığın alan ayak büyüklüğünle ilgili değilse,
soyutlukta kapladığın duygular ve hisler de kalbinin büyüklüğü kadar değil. Uçsuz
bucaksız bir genişliğe sahipsin. Ne kadar düşünmek, ne düşünmek istersen
mümkün. Ve sonra mümkün olmadığını düşündüğün ve sana düşündürülen her şey için
bir yol var. Ve belki de ilk defa bu kadar yaklaşmış bile olabilirsin.
Denizin derinlerini sevmem, nedenini bilmeden korkutur beni
ama belki de onu da denediğimde bile duyacak olabilirim dünyanın gerçek sesini.
İnsan nedir? Neresindedir dünyanın? Ne farkı vardır
diğerlerinden? Bu ve bunun gibi sorular yüzyıllardır benden daha zekiler tarafından
soruldu soruldu cevaplandı ama hala yok tek bir cevap. Olamaz da. Ve ben neden vazgeçeyim
sormaktan. Varlığımın, varlığının sebebini aramaktan. Vazgeçmek aslında tat
almamak benim için.
Güvenmekten vazgeçmek istedim, yaşadıklarımdan sonra. Sonra tekrar
durdum ve geçemediğimi farkedip tekrar en dibine kadar baktım
bakabildiklerimin. Bugüne kadar deneyimlediklerim benim için, senin için bir
harita. Bir sözlük adeta.
Bir önceki adımda yaptıklarım tamamen yanlış geliyorsa
üzülmeli mi sevinmeli miyim onu da bilmiyorum ama belki bu da bilinmesi gereken
bir şey değildir. İşte bu da o sözlüğü ve haritayı oluşturan ana taşlardan.
Kapandığımız binaların ve kapıların ardında kendimizce
yarattığımız dünyalarda ağaçtan, gökyüzünden, topraktan, denizden uzak bir
şekilde kendimizi gerçekleştirmeye çalışıyoruz ki ne mümkün.
Sonra da günümüzün gerçekliğinin bu olduğu yalanının peşi
sıra koşuyoruz ard arda. Sanki hayatımız bizimle ilgili değil de çektiğimiz ve
çekeceğimiz kredilerle ilgili sadece.
Ve pek tabi krediler hayatımızın odağı ve gerçekliğiyken şunu
esgeçmemek gerek belki de. Dünya varolduğundan beri insan kendine belli
zorunluluklar, ihtiyaçlar yarattı zaten ve bu son derece doğal ama kendini
kaybetmek başka bir şey belki de. O yarattığımız gerçekliğin içinde dönüp duran
fareler gibi olmamak önemli belki de. Belki de sırf bu yüzden bu sanal
binaların içinde sevdiğimiz birileri olunca yakınımızda nefes alabiliyoruz.
Çünkü değişmeyen bir şey varsa o da sevgi, dürüstlük, açıklık
aslında. Sevgi varsa vardır, dürüstsen dürüstsündür, açıksan açıksındır. Bu duruma,
kişiye, zamana, yere göre değişmez.
Doğada ya da binada olmak bizi biz olmaktan çıkarmamalı. Durabildiğimiz
yerde durmalıyız. İtiraz edebilmeliyiz hala bir şeylere, sevebilmeli,
sarılabilmeliyiz hala birilerine.
O yüzden belki de ruhumuzu beslemeliyiz, ihtiyacı olanla.
En tehlikelisiyse yargılarımız sanırım bu düzlemde. Kurtulmanın
inanılmaz zor olduğu, en yargısızım diyenimizin bile onlarca yargıyı
sırtladığını görünce anlıyorum ki en zoru yargılardan sıyrılmak.