29 Ağustos 2016 Pazartesi

Uzun Zaman Sonra


Dolmak...dolmak dolmak taşmak. Hep olan, belki de olması gereken. Taşmak için dolmak gerekir, fizik kurallarına binayen taşar bardak doldukça ve de havuz problemlerinin içindeki havuzlardan hallice dolup dolup boşalan akıllar, fikirler, yürekler.

Tıpkı uzun süredir bana olan gibi. Değişimi, dönüşümü hissetmek önemlidir. Önce kendinde hissedersin sonra yayılır etrafa sakince. Etkileri ve tepkileri seni sen yapar daha da derinleştirir durumu hali, sadece olma halini bile.

Nasıl ki yerkürede kapladığın alan ayak büyüklüğünle ilgili değilse, soyutlukta kapladığın duygular ve hisler de kalbinin büyüklüğü kadar değil. Uçsuz bucaksız bir genişliğe sahipsin. Ne kadar düşünmek, ne düşünmek istersen mümkün. Ve sonra mümkün olmadığını düşündüğün ve sana düşündürülen her şey için bir yol var. Ve belki de ilk defa bu kadar yaklaşmış bile olabilirsin.

Denizin derinlerini sevmem, nedenini bilmeden korkutur beni ama belki de onu da denediğimde bile duyacak olabilirim dünyanın gerçek sesini.

İnsan nedir? Neresindedir dünyanın? Ne farkı vardır diğerlerinden? Bu ve bunun gibi sorular yüzyıllardır benden daha zekiler tarafından soruldu soruldu cevaplandı ama hala yok tek bir cevap. Olamaz da. Ve ben neden vazgeçeyim sormaktan. Varlığımın, varlığının sebebini aramaktan. Vazgeçmek aslında tat almamak benim için.

Güvenmekten vazgeçmek istedim, yaşadıklarımdan sonra. Sonra tekrar durdum ve geçemediğimi farkedip tekrar en dibine kadar baktım bakabildiklerimin. Bugüne kadar deneyimlediklerim benim için, senin için bir harita. Bir sözlük adeta.

Bir önceki adımda yaptıklarım tamamen yanlış geliyorsa üzülmeli mi sevinmeli miyim onu da bilmiyorum ama belki bu da bilinmesi gereken bir şey değildir. İşte bu da o sözlüğü ve haritayı oluşturan ana taşlardan.

Kapandığımız binaların ve kapıların ardında kendimizce yarattığımız dünyalarda ağaçtan, gökyüzünden, topraktan, denizden uzak bir şekilde kendimizi gerçekleştirmeye çalışıyoruz ki ne mümkün.

Sonra da günümüzün gerçekliğinin bu olduğu yalanının peşi sıra koşuyoruz ard arda. Sanki hayatımız bizimle ilgili değil de çektiğimiz ve çekeceğimiz kredilerle ilgili sadece.

Ve pek tabi krediler hayatımızın odağı ve gerçekliğiyken şunu esgeçmemek gerek belki de. Dünya varolduğundan beri insan kendine belli zorunluluklar, ihtiyaçlar yarattı zaten ve bu son derece doğal ama kendini kaybetmek başka bir şey belki de. O yarattığımız gerçekliğin içinde dönüp duran fareler gibi olmamak önemli belki de. Belki de sırf bu yüzden bu sanal binaların içinde sevdiğimiz birileri olunca yakınımızda nefes alabiliyoruz.

Çünkü değişmeyen bir şey varsa o da sevgi, dürüstlük, açıklık aslında. Sevgi varsa vardır, dürüstsen dürüstsündür, açıksan açıksındır. Bu duruma, kişiye, zamana, yere göre değişmez.

Doğada ya da binada olmak bizi biz olmaktan çıkarmamalı. Durabildiğimiz yerde durmalıyız. İtiraz edebilmeliyiz hala bir şeylere, sevebilmeli, sarılabilmeliyiz hala birilerine.

O yüzden belki de ruhumuzu beslemeliyiz, ihtiyacı olanla.

En tehlikelisiyse yargılarımız sanırım bu düzlemde. Kurtulmanın inanılmaz zor olduğu, en yargısızım diyenimizin bile onlarca yargıyı sırtladığını görünce anlıyorum ki en zoru yargılardan sıyrılmak.